6 Aralık 2010 Pazartesi

BAŞLARKEN

Yaklaşık bir senedir yaşadığım işsizlik güçsüzlük hali nihayet sona eriyor. Buna hayli hayli seviniyorum nitekim ahestelik hortumu beni fazlasıyla içeri aldı ve tüm zamanımı yemeye başladı. Çok vakti olan ama hiçbir şeye vakti olmayan ev kadını sendromu. Hayatımın düzene girecek olmasının verdiği heyecanla beraber akşam eve gelince şunu yaparım, bunu yaparım planları başladı bile. Ne kadarı gerçekleşir bilmiyorum ama eminim ki şu "bol vakitli" halimden daha fazla vaktim olacağına eminim.

Önceleri itici gelen öğretmenlik fikri şu an heyecanlandırıyor. Bu aşamaya gelmemi sağlayan masa başı, özel sektör işime çok şey borçluyum tabii. Malum, bir musibet bin nasihatten iyidir.

Öğretmenlik de kolay olduğu kadar da zor meslek vesselam. İnsanlarla uğraşıyorsun, üstelik yüzlercesiyle, üstelik hepsi çocuk veya ergen. Üniversitelerimizde verilen pratik eğitimin de yetersizliği düşünülürse sınıfın karşısına geçtiğinde sudan çıkmış balık gibisin. İdealizm yaptığımı düşünenler yanılıyor, aksine gerçekçiyim, her meslekte olduğu gibi burada da çile çekmek istemiyorsan kendine bir çekidüzen vermen gerek. (KPSS'ye çalışanlar hatırlar, yansıtıcı gözlem :)) Malum, devlet seni kolay kolay görevden almaz ama onca seneyi de işkenceye çevirmeyi kim ister ki?

Her zaman yaşıyoruz, yaşıyoruz ve unutuyoruz. Düşünsek bile üstüne sorunların, havada kalıyor. Her şey bir yana, tecrübesizlikten kaynaklı pek çok sorun yaşayacağımdan emin olduğum öğretmenliğimin şu ilk yıllarında günlük tutmanın epey yararlı olacağını düşündüm. Böylece hem ileride yaşadıklarımı unutmam, hem de takip eden birkaç öğretmen olur da belki kritik yaparız. Fena mı olur?